31.12.2010

DUYGU DENGESİ

DUYGU DENGESİ   Metin KARABAŞOĞLU
KENDİ DOĞDUĞU yer, her insana, başka her yerden başka bir güzel gelir. Kendi çocuğu, başka bütün çocuklardan daha sevimli. Bilmem, başkalarının çocuklarını kendi çocuğundan daha güzel ve daha sevimli bulan kimse var mıdır? Herşey ve her insan, bize olan yakınlığı nisbetinde apayrı bir kıymet kazanır gözümüzde.
Allah’ın, içinde doğup büyüdüğümüz ortama ünsiyet edelim, sila-i rahmi koruyalım, beraber olalım diye verdiği bir duygudur bu. Bizimle doğrudan ilgisi olanın, bizim gözümüzde apayrı bir yeri vardır. Ve bizimle ilgisinin derecesi nisbetinde, bu apayrılık daha da artmaktadır.
Bu fıtrî duygu, Fâtır-ı Hakîm’in fıtratımıza dercettiği her duygu gibi, müstakim bir surette, yerinde ve kıvamında kullanıldığı ölçüde bir anlam taşır. Bu duygunun kıvamından taştığı, ölçünün aşıldığı durumlarda ise, hakkâniyeti zayi eden, ‘asabiyet’ diye tabir ettiğimiz marazî bir durum çıkar karşımıza. Asabiyet, marazî bir haldir; zira ‘münasebet’i ‘hakkâniyet’in önüne geçirerek, bize yakın olana iltimas, bize uzak olana ise haksızlık gibi durumlara yol açmaktadır. İki çocuğun kavgasında her anne-babanın suçu öteki çocukta aramasından akraba kayırmacılığına, aşiret psikolojisinden milliyetçiliğin farklı tezahürlerine uzanan çizgide, bu asabiyet değişik suretler alır hayatın akışı içerisinde. Ama birşey, hep orta yerdedir: “En iyisi bizimkisi.”
Bir fıtrî duygu ve bir haddi aşmışlık. Bu haddi aşmışlığa duçar olmadan, bu fıtrî duygu nasıl istimal olunacaktır? Yahut, bir haddi aşmışlığa duçar olmamak için bu fıtrî duyguyu da örseler yahut reddeder tarzda bir zorakilikten nasıl uzak durulacaktır?
Yakınlarda, her halinde bir edeb ve her sözünde bir hikmet bulunan kudsî nebînin ilk defa farkettiğim bir sözüne rastladığımda, dile getirdiğim bu ikilemin kendi iç dünyamda çözüldüğünü hissettim.
Kudsî nebî, tek cümleden ibaret bir hadisiyle, bize ‘duyguların dengesi’ne dair bir ders vererek, bu ikilemden çıkış yolunu da gösteriyordu. Bir tarafta kızı Fâtıma, öte tarafta ‘ilim şehrinin kapısı’ ve ‘Esedullah’ ünvanlı damadı Ali... Hz. Ali de amcasının oğlu olması itibarıyla, uzağında biri değildi elbet Peygamber aleyhissalâtu vesselamın. Ama kızı Fâtıma kadar yakınında da değildi. Buna karşılık, İslâm’ın bütün o ilk yıllarında, Hz. Ali’nin müstesna bir yeri vardı. Amcalarının bir kısmı Resûlullah aleyhissalâtu vesselamın davetine karşı çıktığı, bir kısmının ise susup beklemeyi tercih ettiği bir vasatta, onun getirdiği tevhid davetine icabet ettiğini açık bir lisanla Peygamberin akrabaları içinde ilan eden ilk kişiydi o. Resûlullah aleyhissalâtu vesselamın katline karar verildiği gece gerçekleşen hicreti esnasında, hicret ettiği farkedilmesin diye onun yatağında yatarak onun yerine öldürülmeyi göze alan kişi de oydu. İslâm’ın bütün büyük savaşlarında onun dillere destan kahramanlığı vardı; Hayber’in fatihi oydu. ‘Allah’ın aslanı’ ünvanıyla anılmasına vesile olan bunca kahramanlığının yanısıra, hakikat bilgisi ve marifetullah noktasında da bir zirveyi temsil ediyordu. Peygamber aleyhissalâtu vesselam bir ilim şehri ise, bizzat Peygamber tarafından bu şehrin kapısı olarak anılmayı hak edecek derecede bir zirveyi.
Bir tarafta böylesi sıfatlarıyla damadı Hz. Ali, diğer tarafta en küçük kızı Fâtıma.
Bir tarafta kızı olmak itibarıyla daha ziyade bir sevgi bekleyen Fâtıma, öte tarafta onu Fâtıma’nın ilerisine taşıyan bunca faziletiyle Ali...
Böyle bir durumda, ne yapılabilir? Allah’ın insanlar ve hatta mekânlar hakkında bize yakınlıkları nisbetinde kalbimize yerleştirdiği fıtrî sevgi, bize o kadar yakın olmayana karşı hakkâniyeti kaybetmeden nasıl yaşanabilir, nasıl korunabilir ve nasıl ifade edilebilir?
Kudsî nebî, muazzam bir ‘muhakeme-i hissî’ ve müthiş bir ‘duyguların dengesi’ dersi içeren tek bir cümleyle, bu kıvamı ve ölçüyü gösteriyordu işte.
Damadı Hz. Ali, bir gün gelip “Beni mi, yoksa Fâtıma’yı daha çok seviyorsun?” diye sorduğunda, şu tek cümlelik cevabı vermişti Resûlullah aleyhissalâtu vesselam: “Sen benim için Fâtıma’dan daha değerlisin, Fâtıma da bana senden daha sevimlidir.”
Yani, senin benim dünyamda apayrı bir yerin var, Fâtıma’nın da benim dünyamda apayrı bir yeri var. Senin yerine Fâtıma yetişemez, Fâtıma’nın yerine ise sen yetişemezsin. İkiniz, kendi yerinizde müstesnasınız...
Bu cevabı duyduğunda, eminim Hz. Ali çok sevinmiştir. Bu cevabı duyduğunda, eminim Hz. Fâtıma da çok sevinmiştir. Bu cevabı duyduklarında, enimin ikisinin de Hz. Peygamber’e olan sevgileri bir kat daha sağlamlaşmış; birbirlerine olan sevgi ve hürmetleri bir kat daha ziyadeleşmiştir.
Biz de kudsî nebîden bu dersi alıp, hep böyle yapabilsek...
Allah’ın kalbimize koyduğu fıtrî duygudan asabiyet üretmesek... Yahut, asabiyet üretirim korkusuyla bu fıtrî duyguyu örselemesek, zoraki ‘reddeder’ bir tavra girişmesek...
Ne kadar da güzel olurdu, değil mi?
Ne kadar da güzel olur, değil mi?

Bükçe Dili

Bükçe Dili

Oğlum bir hafta sonra evleniyor.  Sorumluluk sahibi bir baba olarak ona öğüt vermem gerekiyor. Fakat bunu evde yapamam çünkü annesi ağız tadıyla öğüt vermeme izin vermez, sözü ağzımdan kapıp kendi devam eder. İş yerimden oğluma telefon açtım, “Akşam yemeğini dışarıda birlikte yiyelim.” dedim. Deniz kenarındaki bu şirin lokantada şimdi onu bekliyorum. Geliyor aslan parçası, yakışıklılığı da aynı ben. Yan masadaki kızlar gözleriyle oğlumu süzüyorlar. Bakmayın kızlar, onu kapan çoktan kaptı. Hoş beşten sonra konuya giriyorum.
-Oğlum haftaya düğünün var, bir baba olarak sana bazı konularda yol yordam göstermem gerekiyor. Çocukluğunda suç işlediği zamanlardaki gibi birden bire kızardı. Kerata ne anlatacağımı zannettiyse!
-Baba ben yirmi altı yaşındayım, bazı şeyleri biliyorum artık.
-Ah senin o biliyorum zannettiğin konularda da çok bilmediğin çıkacak ama ben o konulardan bahsetmeyeceğim. Keşke konuşabilseydik ama henüz o kadar modern olamadım.
Rahat bir nefes aldı. Bu arada yemeklerimiz de geldi. Oğlumla şöyle keyif yaparak muhabbet edelim bakalım.

-Kaç dil biliyorsun oğlum sen?
-İngilizce, Fransızca, bir de Türkçe’yle üç dil oluyor.
-Bugün ben sana dördüncü dili öğreteceğim. Dilin adı Bükçe. Kadınlar tarafından kullanılır. Sen buna “kadın dili” de diyebilirsin. Güldü. Güldüğü zaman benim yanağımdaki gibi küçük bir gamzesi var, o ortaya cıkıyor.
-Kadınların ayrı bir dili mi var?
-Tabii ki. Eğer kadın dilini bilirsen bir kadınla yaşamak dünyanın en büyük zevkidir, ama bu dili bilmezsen hayatın kararabilir. O yüzden bir kadınla mutlu olmak isteyen her erkek Bükçe’yi öğrenmeli.
- İyi de niye Bükçe?
-Çünkü kadınlar konuşurken, genellikle söyleyecekleri sözü net söylemezler. Eğip bükerler; onun için dilin adını “Bükçe” koydum.
-“Bükçe zor bir dil mi baba?” diye sordu gülerek.
-Bana bak, çok önemli bir konu ama eğleniyor gibisin, biraz ciddiye al. Bir kadınla mutlu olmak istiyorsan bu dili bilmen çok önemli. Çünkü kadınlar sözü bükerek bükçe konuşurlar sonra da senin sözün doğrusunu anlamanı beklerler. Felsefesini anlarsan kolay, anlamazsan zor. Mesela Çinli bir karın var, sen karına sürekli Fransızca “seni seviyorum” diyorsun ama karın hiç Fransızca anlamıyor. Fransızca “seni seviyorum” un onun için bir anlamı yoktur. Ona Çince seni seviyorum dediğinde seni anlayabilir.
-Tamam baba, haklısın ciddiyetle dinliyorum. Peki, sence kadınlar neden bizimle aynı dili konuşmuyorlar, söyleyeceklerini direkt söylemiyorlar ?
-Bence bir kaç sebebi var. Birincisi, duygusal oldukları için, hayır cevabı alıp kırılmaktan korktuklarından sözlerini de dolaylı söylüyorlar. İkincisi, kadınlar dünyaya annelikle donanımlı olarak gönderildikleri için onların iletişim yetenekleri çok güçlü.
-Bu konuda biz erkeklerden bir sıfır öndeler yani?
-Ne bir sıfırı oğlum, en az on sıfır öndeler. Düşünsene, henüz konuşmayan, küçük bir çocuğun bile yüz ifadesinden ne demek istediğini hemen anlıyorlar. İşin kötüsü kendileri leb demeden leblebiyi anladıkları için biz erkekleri de kendileri gibi zannediyorlar. Onun için leb deyip bekliyorlar. Hatta bazen, leb demek zorunda kaldıkları için bile kızarlar. “Niye leb demek zorunda kalıyorum da o düşünmüyor?” diye canları sıkılır.
-Biz de bazen Canan’la böyle sorunlar yaşıyoruz. “Niye düşünmedin?” diye kızıyor bana.
-Kızarlar oğlum, kızarlar. Kadınlar ince düşüncelidirler, detaycıdırlar, küçük şeyler gözlerinden hiç kaçmaz. Bizim de kendileri gibi düşünceli olmamızı beklerler, fakat erkekler onlar gibi değil. Biz bütüne odaklıyız, onlar detaya. Beyinlerimiz böyle çalışıyor.
-Ne olacak baba o zaman, yok mu bu işin çaresi?
-Var dedik ya oğlum, Bükçe’yi öğreneceksin, bunun için buradayız. Hazır mısın?
-Hazırım baba.
-Bükçe bol kelime kullanılan bir dildir.  Biz erkeklerin on kelime ile anlattığı bir konu, Bükçe’de en az yüz kelime ile anlatılır. Dinlerken sabırlı olacaksın. Mesela karın o gün kendine elbise aldı, diyelim. Bunu sana “Bugün bir elbise aldım.” diye söylemez. Elbise almak için dışarı çıktığı -ndan başlar, kaç mağazaya gittiğinden, almak için kaç elbise denediğinden, indirimlerden, yolda gördüğü tanıdıklarından, alırken yaptığı pazarlıktan devam eder ve sana kocaman bir hikaye anlatır.
-Hikaye dili yani?
-Aynen öyle. Sen akıllı bir erkek olarak ona asla, “Hikaye anlatma, ana fikre gel,  kısa kes.” demeyeceksin. Böyle bir şey dediğinde bittin demektir. İster öyle de, istersen “seni sevmiyorum.” de. İki durumda da “seni sevmiyorum” demiş olacaksın.
-Ne alakası var baba “seni sevmiyorum” demekle “kısa anlat” demenin?
-Çok alakası var. Kadınlar dinlenmedikleri zaman sevilmediklerini düşünürler.
-Bu önemli. Bükçe’de dinlemek sevmektir diyorsun.
-Aynen öyle. Devam edelim. Bükçe ima dolu bir dildir. Kadınlar konuşurken bir şeyler ima etmeyi severler. Biz erkekler de imalı konuşuyoruz diye düşünürler ve gözlerimizle onlara ne demek istediğimizi çözmeye çalışırlar. Oysa erkeklerin ima yeteneği pek gelişmemiştir. Bizim kastımız söylediğimiz şeydir.
-Geçen hafta Canan bana “Bir kaç kilo daha versem gelinliğin içinde daha iyi duracağım.” dedi. Ben de “Böyle de iyisin.” dedim. Canı sıkıldı, bir kaç saat surat astı. “;Neyin var?” diye sordum. “Hiçbir şeyim yok.” dedi. Sence nerede hata yaptım?
-“Böyle de iyisin” derken o “de” ekini orda kullanmamalıydı n. Canan bunu şöyle anlamıştır. “Böyle de fena sayılmazsın, eh işte, idare edersin ama tabi daha da iyi, daha da güzel olabilirsin.”
-Peki ne demem gerekiyordu?
-Şunu hiç unutma. Kadınlar kendileri ile ilgili, giysileri ile ilgili ya da aileleri ile ilgili bir soru soruyorlarsa, kesinlikle iltifat bekliyorlardı r. Es kaza eleştirmeye kalkarsan yandın. Bunu hiç unutmazlar. O gün “Hayatım sen zaten Çok güzelsin, kilo vermeye falan bence ihtiyacın yok.” deseydin,  günün zehir olmazdı. Mesela bir gün kucağına oturup “Ağır mıyım?” derse sakın ;Evet, biraz” falan deme “Hayır” de. Yoksa bir daha kucağına oturmaz.
-Yani diyorsun ki bir kadın her daim güzeldir, her giydiği yakışır ve her kadının annesi bir hanımefendi, babası da beyefendidir. Bana ne yaparlarsa yapsınlar.
-Aferin oğlum, çok hızlı anlıyorsun bana çekmişsin. Kadının, kendi anne babasıyla sorunu olsa, kendi eleştirir ama asla senin eleştirmeni kabul etmez. Bunu kendine hakaret olarak alır.
-Ve asla unutmazlar, değil mi?
-Aynen öyle. Yıllar once annene, annesi için “Biraz cimri.” demiştim. Hala “Sen benim annemi sevmezsin.” der ve annesi bize bir şey aldığında gözüme sokar, en çok göreceğim yere koyar.
-Hadi o konularda dilimi tutarım da, şu ima işini çözmek zor geldi.
-Zor gibi ama biraz gayret edersen çözersin. En önemlisi imaları anlayacaksın ama “Sen şunu mu demek istiyorsun?” diye asla yüzüne vurmayacaksın.
-Anladım. Anlayacaksın ama anladığını belli etmeyeceksin. Buna şöyle de diyebiliriz. O beni iğnelediğinde “Niye bana iğne batırıyorsun?” Diye sormayacağım, o iğneyi ben kendi kendime batırmışım gibi yapacağım.
-Güzel ifade ettin oğlum. Mesela dün öğlen annen beni aradı. “Akşama tok mu geleceksin?” diye sordu. Beni biliyorsun akşam yemeklerinde hep evdeyimdir. Kırk yılda bir dışarıda yerim onu da haber veririm. Tabi ben hemen anladım annenin ne demek istediğini. “Tok gel, yemekle uğraşmak istemiyorum” demek istiyor. Anladım ama tabi “Ne demek istiyorsun?” demedim.
-Dün çok yorulmuştu baba, düğün alışverişine çıkmıştık.
-Bunun pek çok sebebi olabilir. Yorulmuş olabilir, bir kabul gününden tok gelmiş olabilir, bin beş yüzüncü diyetine başlamış ve o gün yemekle uğraşmak istemiyor olabilir. Ama bunu biz erkekler gibi kısa yoldan “Canım benim karnım tok, sen de dışarıda bir şeyler ye, ya da yorgunum, gelirken bir seyler getir yiyelim.” demez. Sanki böyle derse, iyi ev kadını rütbesi tozlanacak, mevki kaybedecek. İlla Bükçe anlatacak, asık bir yüzle karşılaşmamak için senin de anlaman gerekiyor. “Hayır, evde yiyeceğim ama istersen hazır bir şeyler alıp geleyim, ne dersin?”dedim. “Tamam.” dedi. Döneri sever biliyorsun, dün eve giderken, ekmek arası döner yaptırdım. Onun dönerini de porsiyon yaptırdım. Bunu düşündüğüm için ayrıca sevindi. O da diyette, düğünde daha zayıf görünme derdinde bu sıralar.
-Bu Bükçe’de kısa konuşma yok mu baba?
-Var ama yerinde olsam hiç tercih etmezdim. Kadın konuşmuyorsa ya da kısa konuşuyorsa kesin ciddi bir sorun var demektir. Mesela baktın canı sıkkın, soruyorsun, “Neyin var?” diye. “Hiçbir şeyim yok.” diyorsa, aman bir şeyi yokmuş diye bırakma. Yoksa az sonra, çok ilgisiz olduğundan yakınarak, ağlamaya başlar.
-Bükçe’de “Hiçbir şey yok.” demek “;Çok şey var, benimle ilgilen.” demek oluyor, o zaman.
-Evet. Biz erkekler “Bir şey yok.” diyorsak ya gerçekten bir şey yoktur, sadece başımızı dinlemek istiyoruzdur ya da bir sey vardır ama; “Şu anda konuşacak bir şey yok.” diyoruzdur. Her ikisinde de konuşmak istemiyoruzdur. Ama kadınlar ilgiyi sevgi olarak gördükleri için “Bana değer veriyorsan, ilgilen ki anlatayım.” demek istiyordur. Çok nadiren gerçekten anlatmak istemiyor olabilir, o zaman da fazla üstüne varıp bunaltmayacaksı n tabi.
-Bir arkadaşım da “Kadınların ‘Peki.’ demesi tehlikelidir” demişti.
-Doğru. Bir kadının ağzından çıkan kuru bir ‘peki’, ‘olur’, ‘tamam’ her zaman tehlikelidir. Bu Bükçe’de “Şimdi tamam diyorum ama acısını daha sonra çıkaracağım.” demektir. Sana en kısa zamanda kesin bir ceza keser. Fakat pekinin yanında “Peki canım, olur hayatım” gibi bir hoşluk ekliyorsa korkmaya gerek yok.
-Zor bir dil baba.
-Yok yok gözün korkmasın, her yabancı dil gibi. İlk başlarda biraz çalışacaksın, pratik yapacaksın, bazen hatalar yapacaksın, dikkat edeceksin sonra otomatiğe bağlanırsın. Kolay yanı şu; senin bükçe konuşman gerekmiyor. Dili anlaman yeterli.
-Anlamak da pek kolay değil ama.
-Korkma, o kadar zor değil. En önemli kuralları ben sana öğretiyorum zaten. Devam edelim. Kadınlar istediklerini söylemek zorunda kalınca, düşünemediğimiz için biz erkeklere kızarlar ve konuşurken suçlayarak konuşurlar; fakat suçladıklarının farkında olmazlar. Sitem ediyoruz zannederler.
-Nasıl yani?
-Mesela, karın sana “Ne zamandır dışarı çıkmadık.” derse bunu suçlama olarak üstüne alma, canı seninle gezmek istiyordur, bunu sen düşünüp teklif etmediğin için kalbi kırılmıştır. Maksadı seni suçlamak değildir. “Daha geçenlerde gezmeye gittik.” gibi bir savunmaya girme. “Tamam canım haklısın, ben de istiyorum, en kısa zamanda gideriz.” de, konu kapanır.
Tabi ilk fırsatta da sözünü yerine getirirsen iyi olur.
-Küçük ama önemli detaylar.
-Aynen öyle. Mesela karın “Üşüdüm.” diyorsa, “Üstünü kalın giy.” demeni ya da kombiyi açmanı değil, ona sarılmanı istiyordur.
-Keşke okullarda öğretselerdi biz erkeklere Bükçe’yi. Ne kadar erken başlasak o kadar çabuk kavrayabilirdik belki.
-Haklısın, aslında ben de sana öğretmek için geç kaldım. Neyse zararın neresinden dönülse kardır.
-Not mu alsaydım… Epeyce detayı varmış dilin.
-Sen bilirsin oğlum, unutacaksan al. Keşke ben de not alıp gelseydim. Umarım sana eksik öğretmem. Şimdi aklıma geldi. Kadınların en nefret ettiği sözcük “Fark etmez.”dir. “Fark etmez”i kadınlar “Hiç umurumda değil, ne yaparsan yap.” diye anlarlar.
-En değerli sözcük nedir?
-Sen bil bakalım.
-“Seni seviyorum.” herhalde.
-Evet, kadınlar “Seni seviyorum.” sözünü sık sık duymak isterler. Biz erkekler “;Söylemiştim, zaten biliyor.” diye bu konuda gaflete düşmemeliyiz.
-Bükçe sadece konuşma dili midir baba? Bunun bir de davranış dili var gibi geliyor bana.
-Zekan kesinlikle bana çekmiş. Ben de tam ona geliyordum. Davranışlar da çok önemli tabii. Kadınlar küçük şeylere önem verirler. Akşam ona sarıl, televizyon izliyorsan sarılarak izle. Gündüz onu düşündüğünü ifade etmek için kısacık da olsa bir mesaj gönder, küçük sürprizler yap. O yemek hazırlarken ona yardım et, salata yap, çay demle.
-Akşam gelip sırt üstü yatmak yok yani.
-Gözünde büyütme. Sayınca çok şey gibi görünüyor ama aslında bunlar zaman alacak, zor ve masraflı şeyler değil. Sen bu küçük şeylere dikkat et, zaten karın sana paşa gibi davranır, seni yormaz. Bir erkek bu küçük şeylere dikkat etmezse zamanını karısıyla büyük kavgalar yaparak geçirir. Sevgiyle geçirmek varken niye kavgayla geçiresin ki? Kadınlar çok vericidir ama, eğer sen hep alıp hiç vermezsen, bir gün birden patlarlar. Küçük küçük alırlarsa, büyük büyük verirler.
-Tamam baba, bunlara dikkat edeceğim.
- Garson yemek tabaklarını kaldırırken oğlumun telefonu çalmaya başladı. Belli ki nişanlısı arıyor, konuşmak için deniz kenarına doğru adımlamaya başladı. Az sonra geldi.
-Baba çok teşekkür ederim. Bükçe’yi anlamaya başladım. Canan aradı. “Salonun perdeleri ne renk olsun karar veremedim, yarın birlikte mi baksak?” dedi. Tam “Fark etmez, sen seç.” diyecektim ki bunu senin söylediğin gibi “Ev de perde de umurumda değil.” gibi anlayacağı aklıma geldi. “Tabii canım, istersen birlikte bakabiliriz ama ben senin zevkine güveniyorum, sen seç istersen.” dedim, çok mutlu oldu. Kendi seçecek.
-O zaten perdeyi çoktan seçmiştir de kadınlar illa yaptıklarını onaylatmak isterler. Birlikte de gitsen o seçtiği perdeyi almak isteyecektir. Biz erkekler onların ne demek istediklerini anlarsak, işlerden kolay sıyırırız.
-Baba tekrar teşekkür ederim. Bu iyiliğini hiç unutmayacağım.  Bana Bükçe’yi öğretmeseydin halimi düşünmek bile istemiyorum.
-Şanslısın oğlum. Benim seninki gibi bir babam yoktu. Bunları deneye yanıla öğrenmem yıllarımı aldı. Sen yine iyisin, hazıra kondun. Güle güle kullan, isteyene de öğret, herkes de güle güle kullansın. Kullansınlar ki yüzleri gülsün.
Kaynak: Sema Maraşlı’nın Eşimle Tanışmayı Unutmuşuz kitabından…”

Noktalama İşaretleri (Noktalama İmleri)


Noktalama İşaretleri (Noktalama İmleri)

NOKTALAMA İŞARETLERİ ya da noktala ma imleri yazılı anlatımda kullanılır. Sözlü anlatımda, bir başka deyişle konuşurken el, yüz ve gövde hareketleriyle sözcüklere ya da cümleye fazladan bir anlatım olanağı kazandı­rırız. Öfkemizi, sevincimizi, kederimizi, şaş­kınlığımızı, kısacası bütün duygularımızı anla­tırken yüzümüzün çizgileri değişik bir biçim alır. El, kol hareketleri birçok konuda anlatı­mımıza yardımcı olur. Bu tür hareketler mimik ve jest diye adlandırılır. Bunun dışında vurgu ve ton da sözlü anlatıma yardımcı olan öğelerdir. Yüksek sesle ya da fısıltıyla konuş­mak, bir sözcüğün hecelerini basa basa söyle­mek anlatımımıza olanaklar sağlar. Cümle bittiği zaman biraz durmak, sözcükleri sıralar­ken ara vermek anlatımımıza açıklık kazandı­rır. Bunların tümünü yazılı anlatımda belirt­meye olanak yoktur, ama noktalama işaretle­riyle bu sorun büyük ölçüde çözümlenir. Yazılı anlatımda kullanılan noktalama işaretleri yanlış anlaşılmayı, anlam kaymasını önler. An­latıma açıklık ve anlaşılırlık kazandırır.
Dilimizde noktalama işaretlerinin kullanıl­ması Tanzimat edebiyatı döneminde başladı. Daha sonra Edebiyat-ı Cedide akımı sanatçı­ları noktalama işaretlerini daha özenle kullan­dılar, edebiyat ve basın dünyasında da nokta­lama işaretleri kullanımının yerleşmesini sağ­ladılar.
Türkçe'de kullandığımız başlıca noktalama işaretleri şunlardır: Nokta ya da durak (.); üç nokta ya da susma işareti (...); soru işareti ya da soru noktası (?); ünlem işareti ya da ünlem noktası (!); çift nokta (iki nokta, iki nokta üst üste) ya da açıklama noktası (; virgül (,); noktalı virgül (; bağlama çizgisi (kısa çizgi) ya da birleştirme çizgisi (-); uzun çizgi ya da konuşma çizgisi (—); noktalı çizgi (.-); tırnak işareti (" "); tek tırnak (' '); ayraç ya da parantez ( ( ) ); köşeli ayraç ya da köşeli parantez ( [ ] ); eğik çizgi (/); sayfayı çeviriniz işareti ya da yazının sürdüğünü belirten işaret (./ ya da ./.); dipnot işareti ya da yıldız (*); paragraf işareti ya da çengel (§); üç yıldız işareti (***); sıra noktalar (.................. ).
Kesme ( ' ) ve düzeltme ya da inceltme ( ) işaretleri sözcüklerin yazımı ile ilgili oldukla­rından noktalama işaretleri dışında kalır (bak. yazım kuralları).
• Noktanın (.) kullanıldığı yerleri şöyle sırala­yabiliriz:
1- Tam, bitmiş cümlelerin sonunda:
Uykusu gelince kitabı kapatıp yattı. Az sonra yağmur boşanacak.
2- Cümle değerinde olan anlatımların sonunda:
Peki. Olur. Evet.
3- Kısaltmalarda:
T.B.M.M., Dr., Öğt.
4- Konuları numara sırasıyla belirtmek için
kullanılan harf ya da rakamlardan sonra:
A., 1., III.
5- -inci, -nci ekinin yerine rakamlardan sonra:
II. Mehmed, 20. sayfa, I. Dünya Savaşı
6- Tarih atarken gün, ay ve yıl gösteren
rakamlar arasında:
29.X. 1923
7- Belli bir saat ve dakikayı gösterirken:
09.15'te, 19.30'da
8- Sayılarda haneleri üçer üçer ayırmak için:
875.956 142.690.000
9- Sayılar arasında çarpı işareti yerine:
9 . 12=108 Noktadan sonra gelen cümlenin büyük harf ile yazıldığını unutmamak gerekir.
• Üç nokta ya da susma işaretinin (...) kullanıldığı yerleri şöyle sıralayabiliriz:
1- Çeşitli nedenlerle tamamlanamayan ya da
tamamlanmasına gerek duyulmayan cümlelerin sonunda:
Bu güzel çiçeklere hiçbir yerde rastlaya­mazsınız. Özenle yapılmış bahçelerde bile...
2- Bir dizi ad, nitelik, olay sıralandıktan sonra
bunların benzerlerinin de olduğunu, ama
cümlede belirtilmediğini göstermek için:
Kıra giderken her şeyi yanlarına aldılar; yiyeceklerini, bisikletlerini, toplarını...
3- Söylenmek istenmeyen sözcükler yerine:
Siz E...'nin ne kadar tembel olduğunu bilmezsiniz.
Pissu çukuru taşmış, ortalığı ... götürü­yordu.
4- Cümleler arasında uzunca bir duraklama
olduğunu ya da cümlede anlatılan durumun
sürüp gittiğini belirtmek için:
Durmadan gidiyorduk... Sonunda köye vardık.
İlkbahar, yaz, sonbahar geçer ve yeni­den kış başlar...
5- Alıntılarda, kullanılmayan bir önceki cümleyi belirtmek için:
... Bu temel senin en kıymetli hazinen­dir. (K. Atatürk)
• Soru işaretinin (?) kullanıldığı yerleri şöyle sıralayabiliriz:
1- Soru sorulan ya da soru anlamı içeren
cümlelerde:
Nereden gelip nereye gidiyorsun? Futbol maçına mı gitmek istersin, tenis karşılaşmasına mı? Sonra?
2- Kesinliği kuşkulu olan, iyi bilinmeyen
bilgilerden sonra ayraç içinde ya da ayraçsız
olarak:
Bazı yerlerde ise köyün nüfusu 1.432 (?) olarak gösteriliyor.
3- Soru niteliği ağır basan cümlelerde ünlem
belirtilmek istendiğinde soru ve ünlem işareti
birlikte kullanılabilir:
Demek bizi bırakıp gideceksin?! •
Ünlem işaretinin (!) kullanıldığı yerleri şöyle sıralayabiliriz:
1- İçinde ünlem sözcüğü bulunan cümlelerde:
Ay! İçime fenalık geldi. Ah, elim yandı! Hey çocuklar gelin!
2- Şaşma, acıma, alay, küçümseme gibi duyguları belirten cümlelerin sonunda ya da bu
tür duyguları belirtmek için bir sözcükten sonra ayraç içinde:
Zavallının yiyecek bir lokma ekmeği yoktu!
O gölgesinden bile korkar! Kendisi çalışkan (!) olduğu için ders dinlemeye gerek görmez. Parası yokmuş, ama zengin (!) adam-_mış.
3- Ünlem niteliği ağır basan soru cümlelerin­de ise hem ünlem, hem soru işareti kullanıla­bilir:
Yangın mı var yoksa!? • Çift nokta (iki nokta, iki nokta üst üste) ya da açıklama noktasının (
1- Açıklama yapılan ya da açıklama gerektiren madde başlıklarından sonra:
Karbon Monoksit: Kimyasal formülü CO olan renksiz ve kokusuz bir gazdır.
2- Açıklama gerektiren bir cümleden sonra:
Bu yörede yetiştirilen başlıca ürünler şunlardır: buğday, arpa, yulaf ve mısır. Göl için şöyle bir tanım verebiliriz: Kara ile çevrili büyük su birikintilerine göl deriz.
Dikkat ederseniz birinci örnekte iki nokta­dan sonra küçük harfle, ikinci örnekte ise büyük harfle başlanmıştır. İki noktadan sonra bir sıralama söz konusu ise küçük harfle, bir cümle ya da cümle değerinde bir anlatım söz konusu ise büyük harfle başlamak gerekir. İki noktadan sonra gelen özel isimler her zaman olduğu gibi büyük harfle başlar.
3- Birkaç olasılığın olduğunu, bir sıralama
ya da bölümleme yapılacağını belirtmekiçin:
Necati Cumah'nın çalışmalarını dört öbekte toplayabiliriz: 1. Şiir, 2. Roman ve öykü, 3. Oyun, 4. Düz yazı.
4- Bir cümleye bağlı olarak, bir kimseden
olduğu gibi aktarılmış ve tırnak içinde gösterilmiş alıntılardan önce:
Çocukları çok seven ve çocuklara çok değer veren Tevfik Fikret bir şiirinde şöyle der: "Siz ey feza-yı ferdanın küçük güneşleri."
5- Bir kişi ya da kişilerin konuşacağını anlatmak için konulan uzun çizgi ya da konuşma
çizgisinden önce:
Öğretmen:
—Bugün hava güzel, dedi. Dersimizi bahçede işleyelim mi? Bütün sınıf:
—İşleyelim öğretmenim! diye bağırdı.
6- Matematikte, bölme işleminde bölünen ile
bölen arasında:
36:4=9 120:6=20
• Virgülün (,) kullanıldığı yerleri şöyle sırala­yabiliriz:
1- Çeşit ya da görev bakımından birbirinin
aynı olan sözcüklerin arasına konur:
Kitabı eline aldı, açtı, okudu ve bir kenara bıraktı. (Fiiller arasında) Gazete, radyo, televizyon kitle iletişim araçlarındandır. (Özneler arasında) Kedileri, köpekleri, kuşları, atları se­verdi. (Nesneler arasında) Defterini odada, salonda, okulda ara­mış. (Tümleçler arasında) Temiz, düzenli, çalışkan ve sevimli bir çocuktur. (Sıfatlar arasında)
2- Çeşit ya da görev bakımından birbirinin
aynı olan sözcük öbekleri arasına konur:
Çiçek vazoları, kül tablaları, sehpa ve masaların üstleri hep camdandı. Şuraya güzel görünüşlü bir bitki, oymalı bir dolap, renkli bir resim konabilir.
3- Sıralı cümlecik ya da cümleleri ayırmak
için:
Kuşlar, balkonun bir kenarına bırakılan ekmek kırıntılarını yemek için önce balkonun demirlerine konar, dikkatle çevreyi kolaçan eder, sakınarak balko­na atlar ve kırıntıları yemeye koyulur­lardı.
4- Anlama güç katmak için kullanılan yineleme sözcüklerini, sözcük kümelerini ayırmada
ya da kendinden sonra gelen cümlenin anlatımını belirginleştiren sözcüklerden sonra
konur:
Kaptan, o eski deniz kurdu, teknelere doğru baktı.
5- Özellikle belirtilmek istenen özne ve tümleç gibi öğelerden ya da yüklemden uzak
kalmış özneden sonra:
Tren, yalçın kayaların arasından geçip birden cennet gibi bir vadiye ulaştı. Kent, gittikçe kalabalıklaşan nüfusu ve betonlaşan görünümüyle insanları boğ­maya başlıyor.
6- Cümlede araya konan açıklayıcı söz öbeklerinin, cümleciklerin başında ve sonunda:
Atletizmin hız koşuları dalındaki takım yarışmaları, 4x100 ve 4x400 bayrak yarışları, bireysel çabayı ve takım ola­rak uyumlu olmayı gerektirir. Şiir, insanlığın tanıdığı belki de bu en
eski edebiyat sanatı, günümüzde de ilgi çekiyor ve gündemde kalıyor.
7- Seslenme sözcüklerinden sonra:
Kardeşim, sana uzun süredir mektup yazamadım.
Çocuklar, siz biraz oyalanın ben şimdi dönerim.
Sayın okurlar, şimdi size ilginç bir öykü aktaracağım.
8- Tırnak içine alınmamış konuşma cümlesinden sonra kullanılan demek fiilinden ve "diye" ulacından önce:
Ben bu işte yokum, dedi.
Buyrun, yemek hazır, diye seslendi.
Koyunlar kaçmış, diye bağırıyordu.
9- Cümlede bir ismin başına rastlayan isimleşmiş sıfatları ayırarak bir anlam kaymasına ya
da kargaşasına engel olmak için:
Küçük, camlı bir dolap aldım. ("Kü­çük" olan cam değil dolaptır.) (Küçük ve camlı bir dolap aldım.) Yabancı, şoföre yol soruyordu. ("Ya­bancı" olan şoför değil bir başka kişi­dir.) (Yabancı bir kimse şoföre yol soruyordu.)
10- Özellikle konuşma sırasında çok kullandığımız ara cümleleri yazılı bir metinde kullandığımız zaman asıl cümleden ayırmak için.
Burası kayalık ama, kim ne derse desin, bayağı güzel bir yer. Çocuk, Allah esirgesin, hastalanıp ya­tarsa bakacak kimsesi yok.
11- Ondalık sayılarda kesirleri belirtmekte:
12,200 kg, 24,360 km, 1.475,50 TL. • Noktalı virgülün ( kullanıldığı yerleri şöyle sıralayabiliriz:
1- Sıralı cümleler arasında:
Çoğu benekli, uzun kulaklı cins köpek­ler; bir gözü yeşil, bir gözü mavi, az bulunan cinsten Van kedileri; tüyleri renk renk muhabbet kuşları her yanını doldurmuştu.
2- Fakat, ama, çünkü, bunun için, öyleyse,
oysa gibi sözcüklerden önce ya da bu sözcükler yerine:
Denize bir tek bu yolla inilir sanıyor; oysa çalıların arasında bir yol daha var. Çok güneşte kalma; hasta olursun. (Çok güneşte kalma, çünkü hasta olursun.)
Bu su pis gibi görünüyor; tertemizdir ve içilebilir. (Bu su pis gibi görünür, ama tertemizdir ve içilebilir.)
• Kısa çizgi, bağlam», ya da birleştirme çizgisinin (-) kullanıldığı yerleri şöyle sıralaya­biliriz:
1- Satır sonunda bitmeyip alt satıra dönen
sözcüğün hecelerini ayırmak için:
İnsanların bazı bulaşıcı hastalıkları ge­çirmekle o hastalıklara karşı direnç ka­zandıklarını gören bilim adamları, bu doğal bağışıklığı yapay yoldan yaratma­nın çarelerini aradılar.
2- Yeni Türk alfabesiyle aktarılan eski metinlerdeki Arapça ve Farsça tamlamalarda:
İlm-i kimya (Kimya bilimi), Tarih-i Kadim (Eski Tarih).
3- Bir olayın, durumun başlangıcını ve sonunu
gösteren tarihler ve sözcükler arasında:
1923-38 arası tarihimizde Atatürk döne­mi olarak adlandırılır. Trabzon-Erzurum Karayolu oldukça tehlikelidir.
4- İki ulus, iki kavram arasındaki ortaklığı, iç
içeliği göstermek için:
Camiler Türk-İslam sanatının simgesi sayılır.
Birçok olayı görme-işitme yoluyla algı­larız.
5- Karşıtlıkları belirtmek için:
Yüzyıllar boyu din-bilim tartışması sü­regelmiştir.
Güney Afrika'da Siyah-beyaz ayrımı ça­tışmalara yol açıyor.
6- Dilbilgisi incelemelerinde kök ve gövdelerin sonuna, eklerin başına konur:
göz-, yaz-, çevir-, güzelleş-, tozlan- kök ve gövdeleri... -il, -leş, -di ekleri...
7- Cümle içinde bazı ayrıntıları, açıklayıcı bil-
gileri belirtmek için:
İlkbahar ile sonbahar -geçiş mevsimi ol­duğu için- insan sağlığı açısından önemli mevsimlerdir.
Irmağı aşmak için -geçen hafta kabaran sular eski köprüyü yıkmıştı- köylüler halattan bir köprü kurmuşlardı.
• Uzun çizgi ya da konuşma çizgisinin (—) kullanıldığı yerleri şöyle sıralayabiliriz:
1- Konuşmaları belirtmek için:
Hakem oyuncuyu yanına çağırdı: —Böyle sert oynamayı sürdürürsen kır­mızı kart görür ve oyun dışı kalırsın, dedi.
Futbolcu, hakemi sinirli bir biçimde dinledikten sonra:
—Yalnız ben sert oynamıyorum ki! de­di. Ama bundan sonra daha dikkatli oy­nayacağım... 2- Yazı içinde geçen ve art arda yazılan dizele­rin arasına ya uzun çizgi ya da eğik çizgi (/) konur:
Denizi çok seven bu adam ne zaman de­nizden uzakta kalsa Ömer Bedrettin Uşaklı'nın "Deniz Hasreti" adlı şiirini — anımsıyordu: "Nasıl yaşayacağım ey de­niz senden uzak! —Yanıp sönüyor gibi gözlerimde fenerin. —Uyuyor mu li­manda her gece sallanarak —Altından çivilerle çakılmış gemilerin?"
• Noktalı çizginin (.-) kullanıldığı yerleri şöy­le sıralayabiliriz:
1- Bir sıralama ya da tanımlama söz konusu
olduğunda başlık, rakam ya da harften sonra:
Mercanlar.-Denizlerin sığ kesimlerinde biriken iskeletleriyle mercanadaları ve mercan resifleri oluşturan omurgasız hayvanlar.
2- Bir rakamın kesri olmadığını göstermek
için ve özellikle de paraların rakamla gösterilmesi sırasında:
280.-TL, 1.800.-DM
• Tırnak işaretinin (" ") kullanıldığı yerleri şöyle sıralayabiliriz:
1- Başkasından alınmış bir sözü ya da alıntıyı
belirtmek için:
Ahmet Hamdi Tanpınar "Bir ağacın ölümü, büyük bir mimari eserin kaybı gibi bir şeydir" derken ağacı hem bir canlı, hem de bir yapıt gibi görüyor. Atatürk'ün şu sözünün ne kadar önemli olduğunu bütün dünya anlamış durum­da: "Yurtta sulh, cihanda sulh!"
2- Dikkati çekmek ya da belirgin duruma getirmek için bir sözcük ya da bir terim tırnak
içine alınabilir:
Kıyılarda, yüzme bilmeyenleri uyarmak
için konulan "levhalar" vardı.
Çoğu kimse otomobile kısaca "oto" der,
geçer.
3- Yapıt ya da kurum adları tırnak içinde gösterilebilir:
Geçen gün Hüseyin Rahmi'nin "İki Hö­düğün Seyahati"ni okudum; ne hoş ro-manmış!
Cihat Burak'ın "Akvaryum ile Kedi" adlı resmindeki kedinin kavanozdaki balıklara nasıl baktığını anımsar mısın? Ülkemizde hayır ve yardım amacıyla kurulan ilk derneklerden biri de "Do­nanma Cemiyeti"dir.
4- Sıralamalarda ya da çizelgelerde alt satırda
yinelenen sözcükler yerine "denden" diye de
adlandırılan tırnak işareti konur:
Ocak ayı geliri Şubat " Mart "
Yukarıdaki örneklerde görüldüğü gibi tır­nak içine alınan cümle ya da alıntılarda nokta­lama işaretlerini kullanma açısından bazı özellikler söz konusudur. Tırnak içindeki cümle eğer ayrı bir cümle olarak kalıyorsa, bu cümlenin sonundaki noktalama işareti aynen kullanılır. Tırnak içindeki cümle eğer içinde bulunduğu cümlenin bir öğesi durumundaysa, aslında bulunan noktalama işareti konmaya­bilir.
Bir sözcüğü ya da terimi belirgin kılma, bir yapıt ya da kurum adı belirtme amacıyla tır­nak işareti yerine sözcükler siyah ya da italik olarak da gösterilebilir.
• Tek tırnak işaretinin (' ') kullanıldığı yer: Tırnak içinde gösterilmiş bir alıntıda başka
bir alıntı tek tırnak işaretiyle belirtilir:
"Televizyonda konuşan hekim 'Diş sağ­lığı çok önemlidir' deyince benim de ak­lıma dişlerimi fırçalamak geldi."
• Ayraç ya da parantezin ( ( ) ) kullanıldığı yerleri şöyle sıralayabiliriz:
1- Cümle içinde bir sözcüğün anlamdaşını, yabancı dildeki karşılığını, eskiden kullanılan
karşılığını vermek için:
Çamaşırları ağartmak (beyazlatmak) için kullanılan çamaşır suları vardır. Bir ülkenin iktisadi (ekonomik) yaşa­mında (hayatında) dışsatım (ihracat) ve dışalım (ithalat) büyük önem taşır. Hoşgörü (tolerans) insanlar arasında ça­buk iletişim kurulmasını da sağlar.
2- Cümle içinde bazı ayrıntılar, açıklayıcı bilgiler iki kısa çizgi arasında belirtildiği gibi ay­raç içinde de verilebilir:
Yemyeşil kırlarda taylar (at yavrularına tay dendiğini biliyorsunuz) oradan ora­ya koşturup duruyorlardı. 3- Sıralama ve döküm söz konusu olduğunda rakam ya da harften sonra kapama ayracı kul­lanılabilir:
1) ... 2) ... 3) ... A) ... B) ... C) ...
• Köşeli ayraç ya da köşeli parantezin ( [ ] ) kullanıldığı yerleri şöyle sıralayabiliriz:
1- Ayraç içindeki açıklamanın içinde yeni bir
açıklama gerektiğinde:
Müzik aletleri seslerinin elde ediliş bi­çimlerine (vurmalı çalgılar, üflemeli [nefesli] çalgılar, yaylı çalgılar, mızraplı çalgılar) göre bölümlere ayrılır.
2- Cümleden ayrı bir açıklama ya da bilgiyi
göstermek için:
Ahmed Haşim konusunda daha önce verilen bilgiler bu şairin sanat anlayışına ışık tutmuştu.
• Eğik çizginin (/) kullanıldığı yerleri şöyle sıralayabiliriz:
1- Tarih atarken gün, ay, yıl gösteren rakam
ya da sözcüklerin arasına:
14/Kasım/1940, 10/Eylül/1967, 21/Ara-hk/1970
2- Yazı içinde geçen ve art arda yazılan dizelerin arasına uzun çizgi (—) konduğu gibi eğik
çizgi de konabilir:
"Karnın yardım kazmayınan belinen/ Yüzün yırttım tırnağınan elinen/Yine beni karşıladı gülünen/Benim sadık ya­rim kara topraktır" diyen Âşık Veysel toprağı insanın en yakın, en vefalı dostu olarak görüyor.
• Sayfayı çeviriniz işaretinin ya da yazının sürdüğünü belirten işaretin (./ yada ./.) kul­lanıldığı yerleri şöyle sıralayabiliriz:
1-El yazısı ya da makineyle yazılmış yazılarda sayfanın sağ alt köşesine konarak yazının bit­mediğini, sürdüğünü belirtmek için.
2-Dizeleri beyit, dörtlü, beşli gibi belli sayı­larda kümelenmiş şiirlerde sayfa çevirmek ge­rekse bile dizelerin kümelenişi bilindiği için okumayı sürdürmek kolaydır. Ama art arda sıralanan dizelerden oluşan şiirlerde, belirli yerde ara verilmeyen durumlarda şiirin sürdü­ğünü belirtmek gerektiğinde bu işaret kulla­nılır.
• Dipnot ya da yıldız işaretinin (*) kullanıldı­ğı yerleri şöyle sıralayabiliriz:
1-Bir açıklama ya da bilgi verme söz konusu olduğunda ilgili sözcüğün sağ üst köşesine ko­nur. Dipnot ile ilgili açıklama kitabın düzeni­ne göre ya aynı sayfanın altında ya bölümün ya da kitabın sonunda yer alır. Bölüm sonun­da ya da kitabın sonunda yer alan açıklamalar için, karışıklığı önlemek amacıyla yıldız yeri­ne rakam kullanılır.
2-Bazı ansiklopedi, sözlük ya da kitaplarda sözcüklerin aynı yapıt içinde açıklamalı ola­rak yer aldığını belirtmek için "yıldız ile işa­retlenmiş sözcüğe bakabilirsiniz" anlamında:
Cemil Topuzlu* hem asker hekim, hem de belediyeci olarak ülkemize çok hiz­met etti.
Haritalarda ölçek* kullanılır.
•Paragraf işareti ya da çengel (§) bir yazıda paragraf, bölüm başlarını belirtmek için kul­lanılır. Bazı durumlarda aralara da konur.
•Üç yıldız işareti (***) bir yazıda bir bölüm bitip konu değiştiği zaman bölümler arasına konur. Sıra noktaların (....) kullanıldığı yerle­ri şöyle sıralayabiliriz:
1-Bir konuyu bölümlere ayırmak için.
2-Yazılı bir anlatımda iki olay ya da durum arasında zaman geçtiğini belirtmek için.
3-Çeşitli nedenlerle söylenemeyen, bilinme­yen, karışık ya da silik metinlerin temize çeki­mi sırasında okunamayan sözcüklerin yerine:
Çok yemek yiyince midesini bozdu ve .... sonunda.
Adam .... denen aygıtı eline aldı. Kazılardan elde edilen yazıtların çoğu "Ey gök tanrısı" ve "Ey .... tanrısı" diye başlıyordu.
4- Bir metinden alıntı yapıldığında bazı nedenlerle alınmayan, atlanan cümleler olduğunu göstermek için.Noktalama işaretleri belli kurallara göre kullanılmakla birlikte her yazar bu işaretleri kendi anlayışına göre de kullanabilir. Şiirde noktalama işaretlerini hiç kullanmayan şairler vardır. Roman ve öyküde kullanılmakta olan ve "bilinç akışı" adı verilen anlatım tekniğin de de noktalama işaretlerinin hiç yer almadı ya da çok az kullanıldığı görülmektedir. İnsa­nın düşündüklerini, aklından geçenleri oldu­ğu gibi yazıya dökmek isteyen yazarlar bu tür bir anlatıma başvururlar. Yine de yazılı anla­tımda noktalama işaretlerinin anlatıma sağla­dığı yararları göz önünde tutarak bu işaretleri kurallara uygun bir biçimde kullanmak ge­rekir.

Gazeticilikte bir haberde aranan ilkeler nelerdir?


Gazeticilikte bir haberde aranan ilkeler nelerdir?

Gazete haberlerinde uyulması gereken ilkeler vardır. Bir haberde bunların eksiksiz verilmesi gerekir:" Ne?/Kim?; Neyi?/Kimi?; Nasıl?; Niçin?; Nerede? ;Ne zaman?" sorularının yanıtları haberde bulunmalıdır.
. Ne/Kim: Habere kaynak olan olayın kimin başından geçtiği ya da neyin bir olay sonucunda etkilendiği bildirilmelidir. Örneğin: "Vezüv yanardağı patladı", "Tarihi Zeus Heykeli kaçırıldı." "Atatürk Bütün Yurtta ve Dış Temsilciliklerimizde Anıldı. "
. Neyi/Kimi: Habere kaynak olan olay kimi, neyi etkiledi. "Bakanlar Kurulu, memur maaş katsayısını görüştü.", "Milli Eğitim Bakanı, resim çalışmalarıyla uluslararası başarı kazanan beş öğrenciyi kutladı.".
. Nasıl: Habere kaynak olan olayın yapılış, meydana geliş sürecinin anlatıldığı bölümdür.
. Niçin: Her olayın bir nedeni vardır. En kötü olayları gerçekleştirenler bile, bir nedenin arkasına sığınırlar. Doğada nedeni çözülemeyen olaylarla bilim adamları hâlâ uğraşmaktadır; kanserin oluş nedenleri, ozon tabakasının delinmesinin nedenleri.
. Nerede: Yeryüzü bir yerdir. İnsan bir yerde doğar. Bütün olaylar bir yerde geçer. Yer bilgisi haberlerde genelden, tikele doğru verilir; ülke, il (varsa ilçe, köy), mahalle, semt, cadde, sokak, ev, mutfak.
. Ne zaman: Yine bütün olaylar bir zamanda meydana gelir. Zaman bilgisi de haberlerde genelden, tikele doğru verilir; yıl, ay, gün, saat, dakika.
Haber yazmak çok önemlidir. Muhabir, bu ilkeleri uygularken okuyucu ile bağını koparmamak zorundadır.

MAKALE


MAKALE

Bir gerçeği açıklamak, bir konuda görüş ve düşünceler öne sürmek ya da bir tezi savunmak, desteklemek için yazılan yazılara makale denir Yani
makaleler, Herhangi bir konuda bilgi vermek, bir fikir veya bir konuya açıklık getirmek, yeni bir görüş ve düşünceyi ileri sürmek, ele alınan konu üzerinde yapılan inceleme ve araştırma sonuçlarına göre deliller göstererek, bu yeni görüş ve düşünceleri desteklemek ve ispatlamak gayesi ile yazılan ilmî gazete ve dergi yazılarıdır
Bilim, , bilimsel araştırmaların gelişmesine paralel olarak ortaya çıkmış ; gazete ve dergiler de güç kazanıp gelişmiştir
Makaleleri “gazete makaleleri” ve “dergi makaleleri” olmak üzere iki kısımda değerlendirilmektedir Gazete makalelerinin konusunu sosyal, siyası ve toplumsal sorunlar gibi
günlük olaylar oluşturduğu için uzmanlık aranmaz konu ile ilgili bilgisi olan herkes yazabilir Sade akıcı Samimi bir dil kullanıldığı için fıkra türüne yakındır ,
Dergi makalelerinin konusunu akademik konular oluşturur Uzmanlık gerektirir Ancak o konunun uzmanı olan kişiler yazar daha bilimsel ve alanın gerektirdiği terimlerle yüklü ağırbaşlı bir anlatımı vardır Bu makaleleri , “genel makaleler” ve “bilimsel makaleler” şeklinde gruplama yapanlar da vardır
Gazetelerin çoğunlukla ilk sayfasında yer alan ve o gazetenin genel fikrî yapısını temsil eden yazılara başmakale, bu yazıyı yazan kişiye de başyazar denir
Özellikleri
* Amaç bilgi ve fikirleri başkalarına açıklamak olduğu için ağırbaşlı, ciddi , kolay anlaşılır, yalın, pürüzsüz bir dil kullanılır
*Öne sürülen düşünce ve tez nesnel bir nitelikle ele alınıp birtakım bilgi, belge ve araştırma verilerinden yararlanılarak kanıtlanır
*Söz
oyunlarına baş vurulmaz, süslü anlatımdan uzak durulurdüşünceler doğrudan aktarılır
* Sosyal, edebî,
sağlık, din, teknik vs olmak üzere her türlü konuda makale yazılabilir
* Öğretici bilgilendirici fikir yazısı olduğu için daha çok
açıklayıcı anlatım biçimi kullanılır
* Gazete ve dergilerde yayımlanır
Makalede Plan :
Her yazıda olduğu gibi makalelerin de belli bir plan dâhilinde yazılması gerekir Doğru planlanmamış bir makale yanlış sonuçlara ulaşacaktır Kaynaklarda klasik makale planı; giriş, gelişme ve sonuç bölümlerinden oluşur
Giriş Bölümü : Öne sürülecek sav, görüş ya da düşünce yazının girişinde sergilenir Makalenin en kısa bölümüdür Makalenin geneline göre bir iki,
paragrafı geçmez İyi bir giriş makalenin oluşmasını sağlayabilir Giriş bölümünde, yazıdaki fikir gelişiminin hangi yönde olacağı saptanır Okuyucu bilgi ve fikir atmosferine yavaş yavaş sokulur
Genellikle okuyucu ilk bakışta bu bölümü okur; sararsa, ilgisini çekerse yazıyı sonuna değin okumaya karar verir Bu yönden makalelerde girişin çok ustaca ve özenle biçimlendirilmesi gerekir Bu bölümde konu hiçbir ayrıntıya girmeden ortaya konulur Bunun aşırı dolaylamalara kaçılmadan yapılması gerekir Neyin üzerinde durulacağı, ne hakkında söz söyleneceği bir iki parağraf içinde ortaya konulmalıdır

Gelişme bölümü: Gelişme bölümünde, giriş bölümünde dile getirilen konu açıklanır, makalenin yazış amacı ve bu amaca yönelik bilgi, belge ortaya konularak tez savunulur, antitezler çürütülür Konu ile ilgili bilgi ve belgelerin ele alınıp işlendiği, konunun genişletildiği ve ortaya konmak istenen fikrin doğruluğuna deliller gösterildiği bölüm, gelişme bölümünü oluşturur (Korkmaz 1995:220) Gelişme bölümü, derlenen, ortaya atılan fikirlerin çeşitli yönlerden genişletilmesi, desteklenmesiyle meydana gelir Bütün fikir yazılarında olduğu gibi makalede de gelişme bölümünde açıklanacak fikirlerin derli toplu olması lazımdır Dile getirilen fikirlerin inandırıcı, iddiacı kesin bir karaktere sahip olması için onları uygun yollarla açıklamak, desteklemek ve yerine göre de ispatlamak gerekir
Gelişme bölümü makale yazarının inandırıcı olabilmek için tüm gücünü ortaya koyduğu alandır Bu bölümde ileri sürülen görüşlerin doğruluğunu ispatlamak için kanıtlar gösterilir, karşılaştırmalar yapılır, sayılar ve örnekler verilir Öne sürülen sav, görüş ya da düşüncenin açımlanması, kanıtlanması bölümü makalenin gövdesini oluşturur Yazar bu bölümde düşüncelerini açacak, geliştirecek, boyutlandıracaktır Bunun için de tanımlama, karşılaştırma, örneklendirme, tanıklama, nesnel verilerden yararlanma gibi yollara sık sık başvuracaktır Böylece okuyucuyu söylediklerinin doğruluğuna ve geçerliğine inandırmış olacaktır
Sonuç Bölümü : Sonuç bölümü; bir bakıma özetleme bölümü sayılabilir Başta ileri sürülen, sonra açıklanan görüş, sonuç bölümünde -genellikle- bir paragrafta yinelenir Ama asıl işlev burada yazının etkisinin doruğa ulaştırılmasıdır Ele alınıp işlenen, geliştirilen konunun hükme varıldığı ve o konunun ana fikrini oluşturan kısım sonuç bölümüdür Bu bölümde yazar söylediklerinin tümünü belli bir sonuca ulaştıracak biçimde bir iki cümle ile sonucu vurgular
Genellikle makale
yazarları seçtikleri konu üzerinde söylediklerini bu bölümde bir yargıya dönüştürerek derleyip toparlarlar Ancak bu bölüm her zaman için gerekli olmayabilir, yazar söylediklerini makalenin gelişme bölümünde iyice aydınlığa kavuşturmuşsa, konuyu dağıtmamışsa, yazısını, ayrıca özetlemeyi amaçlayan bir sonuca bağlamayabilir
Makalenin etkili olabilmesinde sadece bu planı uygulamak yeterli değildir Makaleye işlenen fikre uygun bir başlık atmak gerekir “Makalelere genellikle kısa ve çarpıcı başlıklar konması gerekir Makalede okuyucunun asıl ilgisini çeken şey, makalenin başlangıç ve sonuç kısımlarıdır Bunun için bu kısımlara anlamlı bir fıkra, çarpıcı bir diyalog veya bir hatıranın yerleştirilmesi makalenin etkili olmasını sağlar
Makale yazmak uzun bir araştırma ve bilgi toplama aşaması gerektirir Bu yüzden süre olarak sabır ister Yazmaya başlamadan önce, makale yazılacak konu ile ilgili olarak geniş bir araştırma yapmak, tüm kaynakları taramak, bilgi fişleri oluşturmak gerekir
Batıda çok eski örnekleri bulunan bu tür bizde ilk örneklerini
Tanzimat döneminde vermiştir Şinasi’nin Agah Efendi ile birlikte çıkardığı ilk özel gazete “Tercüman-i Ahval’in ilk sayısında yayınlanan “ Mukaddime “ ( ön söz ) başlıklı yazı bizde ilk makale olarak kabul edilir Ancak bu makale bugünkü anlamda çağdaş makalenin tüm özelliklerine sahip değildir
Gerek Tanzimat döneminde, gerekse
Servet-i Fünun ve Fecr-i Ati döneminde yazılan makaleler, eleştiri- polemik karışımı ürünler olduğundan gerçek anlamda makale türünden uzaktırlar Bu tür bizde ancak cumhuriyet döneminde çağdaş bir kimlik kazanmıştır bu gün bir çok yazar ve bilim adamı çeşitli konularda ve çeşitli dergi ve gazetelere bu türde yazılar yazmaktadır
Bu alanda ilk ünlülerimiz ise
Namık Kemal, Ziya Paşa, Ahmet Mithat, Hüseyin Cahit, Süleyman Nazif, Ziya Gökalp, Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Refik Halit Karay, Peyami Safa, Falih Rıfkı Atay, Halit Fahri Ozansoy, Yaşar Nabi’dir
Sohbet ile Makale Arasındaki Farklar :
sohbet ile makale arasındaki farkları üç madde etrafında toplamaktadır:
1 - Makalenin konuyu derinlemesine incelemesine karşılık, sohbetlerde konu yüzeyden incelenir
2 - Makalelerde işlenen fikir savunularak ispatlanır Sohbetlerde ise, ispat gayesi yoktur
3 - Makalelerde daha ciddi ve sağlam ilim dili kullanıldığı halde, sohbetlerde samimi bir konuşma dili kullanılır
Makaleile Fıkra Arasındaki Farklar:
1 - Makale yazarı ele aldığı fikirleri bilimsel bir yaklaşımla incelerken
fıkra yazarı yazarı kişisel görüşle ele alıp inceler
2 - Makalede yazar fikirlerini kanıtlamak zorundadır Bunun için sağlam güçlü kanıtlar göstermesi gerekir 3 - Fıkrada ise böyle bir zorunluluk yoktur Fıkra yazarı isterse ispatlama yoluna gider isterse gitmez, her türlü örneği kul1anabilir
4 - Makale bilimsel bir yazı olduğu için resmi ve ciddi bir anlatım kul1anılır
Fıkrada ise samimi, rahat ve içten bir anlatım vardır
Makale ile
Deneme Arasındaki Fark
Denemeci özgürce seçtiği bir konu üzerinde kişisel görüşlerini okurlarıyla dostça paylaşırken okuyucuyu düşündürme amacı taşır Yazınsal bir dil kullanarak toplumun geneline hitap eder
Makaleci ise öğretmeyi, bilgilendirmeyi amaçladığı için bilimsel belge, anket ve istatistikler gibi verilerle savını kanıtlama yoluna gider Bilimsel ve terimsel bir dil kullanarak konuyla doğrudan ilgisi olan sınırlı bir okura seslenir
Gönül BATTAL