“İslam insanı”nın en temel özelliklerinden birisi de

evrensel (cihanşümul) bir sorumluluk şuuruna sahip olmasıdır.
Bu cümlenin içini doldurmak için önce
“Evrensel sorumluluk şuuru nedir?” sorusunun cevabını vermek gerekir.
Şudur:
-İslam’ın evrensel bir din olduğunu kavramak ve onu

insan olan her yere ulaştırmak demektir.
Bu cümlede de iki husus var:
1- İslam’ın evrenselliğini kavramak...
2- İslam’ı insan olan her yere ulaştırmak.
Evet

İslam evrensel bir dindir

onu insanoğluna tebliğ etmekle görevlendirilen Elçi

Peygamber

mübelliğ de evrensel bir peygamberdir.
Evrensel olmak

tüm kâinata hitap etmek demektir.
Evrensel olmak

sadece bir kavme

kabileye

bir dil

ırk renk mensuplarına değil

insan olan herkese

sadece bir coğrafi alana değil

evrenin bütün alanlarına şamil bir mesajı ihtiva etmek demektir.
Hazreti Muhammed -sallallahü aleyhi ve sellem- İslam’ı

ne Arap kavmine

ne Hicaz coğrafyasına tebliğ etmekle değil

tüm insanlığa ulaştırmakla görevlendirildi.
İslam’ın Kitabı Kur’an

tüm insanlığa hitap etti.
Kainatın Rabbi de

bu son dini

bütün insanlığın hayat ölçüsü olsun diye gönderdi.
İslam evrensel bir muhtevaya sahip olabilir

Kur’an insanlığa hitap ediyor olabilir ama

böyle bir mesaj

kitaplarda da kalabilir.
Şunu biliyoruz ki

İslam’ı tebliğ etmekle görevlendirilen insan

yani

’ın Zatına
“Elçi” olarak şereflendirdiği Hazreti Muhammed

(s.a.)

kendi tebliğ hayatında İslam’ı Evrensel boyutlara taşımak için cehdü gayret etti

hep ufuklara doğru yürüdü

ufukları işaret etti

ufuklar ötesine
“İslam ol
kurtul” çağrısı taşıyan insanlar gönderdi

yetiştirdiği nesle böyle bir
“Tebliğ” şuuru kazandırdı

bu dünyadan ebedi aleme göç ederken de “huzurunda toplanan 120 bin insana
“Burada bulunanlar sözlerimi bulunmayanlara taşısınlar” diye bir vasiyet bıraktı.
Ufuklar ötesine çağrı yöneltirken

sade insanları muhatab almanın yanında

çağın en kudretli devletlerini de mesaja muhatap kıldı.
Rasulullah Efendimiz’in hal-i hayatına tekabül eden tebliğ yekunu demek

Mekke sokaklarında

panayırlarında

büyük bir yürekten kaynaklanan küçücük seslerle başlayan
“Lailahe illallah deyin kurtulun” gibi çağrıların Arafat meydanında Arabistan yarımadasının ücra yerlerinden toplanıp gelen 120 bin insanın yüreğinde çoğalması demektir.
O tebliğ yekunu

İslam’ın sesinin Bizans

Mısır

İran saraylarının en zirve noktalarına ulaşması demektir.
O tebliğ yekunu

İslam’ın sesinin Çin’e

Türkistan’a ulaşması demektir.
Çok açık ki

Rasulü

o günün şartlarında bir beşer takatinin ortaya koyabileceği bütün sesi ortaya koymuş ve iki asır sonra

İslam’ın üç kıtanın dini olmasını sağlayacak koordinatların çivilerini çakmıştır.
Şunu söylemek mümkündür:
Rasulullah Efendimizin tebliğ gayretini anlayan insan

İslam’ın evrenselliğinden başka bir sonuca ulaşmaz.
Şunu da söylemek lazımdır:
Kur’an-ı Kerim’i doğru anlayan insan da

İslam’ın evrensel bir din olduğundan başka bir anlayış

ve onun mü’minlerinin bu dini

evrenin tüm kıvrımlarına taşımak gibi bir göreve sahip oldukları dışında bir sonuç çıkarmaz.
Kur’an’da

mü’minlerin önüne;
“-Yeryüzünde fitneden eser kalmayıncaya ve din yalnız
’ın oluncaya kadar” diye bir ufuk çizgisi konur. (Enfal

39; Bakara

193)
Böyle bir ilahi çağrıyı duyan insanın yapması gereken şey

ilk önce
“Fitne”yi tanımlamak

sonra da
“
’ın dini”ni tanımlamaktır. Ondan sonra
“cehd” kuşağını kuşanıp

yola çıkmaktır.

’ın dini İslam’dır.
İslam mutlak sulh

güven

barış demektir.
Fitne

katilden beter bir anafor halidir. İnsanların zihnini allak bullak eden

sabah ile akşam arasında insanı imandan küfre alıp götürebilen bir savrulma durumudur.
Fitne insanlık için bir zehirdir

panzehiri İslam’dır.
Bu ayet

müslümanların önüne

küresel çapta savaşı değil

küresel çapta barış misyonunu koyuyor.
Fitne savaştır

fitne cinayetlerdir

uyuşturucudur

şehvet diktatoryasıdır

insanı insanlığından çıkaran her şeydir.
Fitne ile yaşayamaz insanoğlu.
Fitne ile insanoğlu insan gibi yaşayamaz.
“Din yalnız
’ın olsun” demek

insanoğlu

’ın yarattığı gibi mükerrem halde olsun demektir. Ahsen-i takvime çağrıdır.
İslam’ın evrensel misyonunu anladıktan sonra Müslümana düşen iki şey şudur:
-Bu misyonun ifasında kendisine düşen payın farkında olmak...
-Bu misyonu nasıl ifa edeceğine dair yollar aramak.
Müslüman misyonu görmeyebilir

görür

üstüne almayabilir

bir sırtlanan bulunur nasıl olsa diye düşünebilir

“Tek ben mi kaldım?” diyebilir

yani görevi ıskalar...
Ya da
“Ben değilse kim” diyerek
“Bana düşeni benden başkası neden yüklensin” diyerek
“Bana düşenin hesabını ben vereceğim” diyerek
“Benim hesabımı başkası ödemez” diyerek... omuzunu yükün altına sokar.
İslam’ın evrensel sorumluluğu noktasında tercih bu kadar nettir.
Böyle bir misyonda varsındır

ya da yoksundur.
İslam sende bitsin dersin

ya da senin yüreğinden bir başka yüreğe daha intikal etsin

dersin. Bu tam da evrensel misyon noktasında bir idrak farkıdır.
İslam’ı kendi çocuklarına bile taşımak

böyle bir derde sahip olmak

aslında farkında olarak olmayarak

bu evrensel misyona sahip çıkmak demektir.
İslam evinde yaşasın istiyorsan

evinin dışında da yaşanması gibi bir derdin olmalıdır.
İslam ülkende yaşansın istiyorsan

dünyada da yaşanması gibi bir derdin olmalıdır.
Değilse sokaktaki fitne evine

dünyadaki fitne senin yurduna intikal eder.
Farkındalık

farkındalık

farkındalık...
“Benim üzerime ne düşüyor?” sorusuna
”Müslümanca”
“Kur’an’ca”
“Hazreti Peygamberin huzurunda duruyormuşcasına” cevap vermek...
-Bu mektup Bizans kralına gidecek! Saraya varılacak

kralın huzuruna çıkılacak ve ona
“İslam ol kurtul” çağrısı yöneltilecek.
Kim var?
-Ben

ben

ben!
Ya da Peygamber (s.a.) seslenecek:
-Sen

sen

sen...
Bu kadar yüreği evrensele ayarlanmış bir müslüman topluluk inşa edilmiş saadet çağında...
Bugünün
“Evrensel misyonu” da böyle yürekler gerektiriyor.
Ya da;
“Kenar-ı Dicle’de bir kurt
aşırsa bir koyunu...
Gelir de adl-i ilahi Ömer’den sorar onu...”
gibi bir mesuliyet şuuru.
Ya da Büyük Okyanus’un kıyılarına varıp dayanan Ukbe bin Nafi gibi;
-Ya Rabbi

önüme bu denizleri çıkarmasaydın

senin adını çok daha ötelere duyuracaktım.
Ya da

tüm kainata
“Gel” diye seslenmek... İnsanları İslam’ın ümid dergahına davet etmek...
Bunlar hep

İslam’ın evrensel misyonunu idrak halidir ve onun bütün çağların Müslümanlarının önüne konan ay parçası nümuneleridir.
Peki nasıl ifa edilecek bu çağda bu misyon?
-

’a giden yollar mahlukatın nefesleri sayısıncadır

denilmiş ya...
Aynen öyle...
Alıp verdiği nefesin farkına varan

insanoğlunu
“Fitne”den koruyacak Rabbani çağrıyı aramaya başlar. Her nefes O’na götürür

O’nun ilahi ölçülerine davet eder.
Rabbin bize lutfettiği
“Habl-i ilahi”ye tutunursak

sarılırsak

onu kılavuz edinirsek

ona sorarsak

aklımız ruhumuz ondan beslenirse

evrensel ufuklarda gezinmek için de yollar buluruz.

celle celalüh:
-Enfüse bak

diyor

afaka bak.
Yani
-Kendini oku

evreni oku.
-Oku ama

’ın adıyla oku.

ile alakanı hep diri tutarak oku. Oku

sırlar açılacaktır.
-

’a karşı ancak O’nun alim kulları gerçek anlamıyla huşu duyar. Yani

O’nun hukukunu bilir

kendi haddini bilir

haddi aşmanın bedelini bilir...
Orjinal Link: TEVBE EDENLERİN SİTESİ http://www.tevbe.org/forum/dini-bilgiler-ve-islami-yazilar/35662-evrensel-sorumluluk-suuru.html
Yani her şeyi doğru oku. Ve ona göre bir yol haritası çıkar.
Kalplerin kapısı çal.
İslam’ı sun.
İslam’ı en güzel bir biçimde sun.
Onun için İslam’ı en güzel biçimde yaşa.
Sende İslam bütün güzelliği ile gözüksün.
Kendini okurken

bir büyük misyonu taşımaya yeterli yürek kalibresine sahip olup olmadığını görmek eksiklikleri tamamlayabilme iradesini kuşanmak için oku.
Mesela Kur’an insanın önüne
“Kalplerin İslam’a ısındırılması” gibi bir mesele koyuyor.
O günün şartlarında “müellefe-i kulub” diye nitelenen bu insanlar için fon ayrılması tavsiye ediliyor.
Ama

anlamak lazım ki
“kalplerin ısındırılması” bize çok daha geniş bir iletişim yönteminin kapısını aralıyor.
-Nefret ettirmeyin

sevdirin

çağrısını yapıyor

rasulü...
-Zorlaştırmayın

kolaylaştırın

çağrısını yapıyor.
Kur’an:
-Esirler için zekattan fon ayırın

diyor.
Kur’an:
-

yolunda çaba sarfedenler için fon ayırın

diyor.
Evreni okurken

onun en ücra köşelerine ulaşmak için yollar bulma niyetiyle oku.
Evreni okurken gerçekçi oku. Onun yollarında yürüyeceksin

onun ikliminde yaşayacaksın

onun idrakine ulaşacaksın...
Bu saydıklarımız kolaylıklar değil

zorluklar ihtiva edebilir.
Onun gerektirdiği donanımı kuşan.

elçisi

dil öğrenmesi için genç sahabiler görevlendirmiş.
Kur’an bizden

bir grup mü’min savaşa gitmişse

yani böyle bir zaruret olmuşsa

geride bir başka grubun ilimde derinleşmesini tavsiye etmiş. Savaş ortamının bilinçlerde meydana getireceği yaraların sarılması için...
Kur’an
“Kuvvet hazırlayın” diye seslenmiş.
“Gücünüz yettiğince...” diye bir ufuk belirlemiş... Kuvvet hazırlamak bile bir irade ve güç meselesi demek ki...
Evrende bir düğmeye basmakla

dünyanın öteki ucuna mesaj gönderilebiliyorsa

Rabbani çağrıyı ulaştırmak için bu imkandan yararlanmak lazımdır.
Kainatın dilini anlamak diyebiliriz buna.
Bunun için de dil bilmek gerekiyor. Her şeyi doğru okumak

doğru tefekkür etmek ve doğru sonuçlara varmak...
Açlıktan kıvranan Afrikalı anne

baba ve çocuğun anlayacağı dil

sözcükler değildir.
Süfyan-ı Sevri Hazretleri
“Medine’de mücavir olmaktansa
Türkistan’da hizmet etmeyi tercih ederim” derken

mücavirliğin doyumsuz tadını görmezden geliyor değil

ama elini taşın altına koymak gibi bir şeyi tercih ediyor ve evrensel İslam misyonunun

sufi yüreğine yansıyan son derece gerçekçi boyutunu bize bildiriyor.
Orjinal Link: TEVBE EDENLERİN SİTESİ http://www.tevbe.org/forum/showthread.php?t=35662
Sözü daha fazla uzatmayalım:
-Önümüzde

’ın elçisi gibi her daim en güzel olan örnek duruyor.
O evrensel yürüyüşte bütün zamanların mü’minlerinin önünde.
Belki de içimizde depreşmesi gereken soru şu olmalı:
-O bugün olsa ne yapardı?
Hangi Bizans Kralına hangi mesajı gönderirdi?
Ben o mesajı kaşıyacak yürek kalibresine sahip miyim?
O Kur’an’ın hangi ayetinden hangi davranış modelini çıkarır ve İslam’ın sesini Evren’in burçlarına taşırdı?
O’nun
“Bu kılıcın hakkını kim verecek?” sorusunda yer alan
“kılıç” bugün ne olurdu?
Bugün

elinden tutan çocuklara

gençlere hangi öğüdü verirdi

nasıl bir gençlik inşa ederdi?
Bugünün Mus’ab bin Umeyrleri

Muaz bin Cebelleri

Ebubekir ve Ömerleri

Alileri

Osmanları

Abdurrahman bin Avfları nasıl olmalıydı?
Ayşeler

Fatımalar

Sümeyyeler

Nesibeler (

onların hepsinden razı olsun) nasıl bir Müslüman kadın sembolü taşırlar bugüne?
İlimde derinleşmiş bir Ayşe ne demektir bugün için?
“Babasının annesi” diye vasıflanan
“Fatıma validemiz” ne demektir?
Dağdan odun toplayıp satarak infakta bulunan sahabi hangi mesajı verir?
Elhasıl

kendini doğru okumak

evreni doğru okumak dedik.
Gelin hep birlikte kendimizi ortaya koyup

bu soruların bize tealluk eden cevaplarını bulmaya çalışalım.
Altınoluk Dergisi
Ahmet Taşgetiren
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder